11 Kasım 2020 17:36
Ahmet Eren İnan – Kartal, Tavşan ve Yılan – Frig Vadisi
Ahmet Eren İnan – Kartal, Tavşan ve Yılan – Frig Vadisi
İşimin en heyecanlı yanlarından biri keşif gezileri. Turizm literatüründe farklı terimler kullanılsa da biz keşif gezisi demeyi seviyoruz. Genelde heyecan ve merakla başlayan bu geziler, yorgun ama mutlu bir şekilde bitiyor. Amacımız ise ileride düzenleyeceğimiz turlarımız için programı belirlemek. Bu sefer yazın ilk günlerine denk gelen gezimizin rotası Frig Vadisi’ydi. Kütahya – Afyon – Eskişehir üçgeninin ortasında yer alan bu bölgenin tarihi ve doğal güzellikleri uzun süredir dikkatimizi çekiyordu.
Gezilerimizin liderliğini yapan Çetin’le gece geç saatlerde İstanbul’dan yola çıktık. Sabahın ilk ışıklarında ise Kütahya’da anayoldan saparak köy yollarına girdik. Hedefimiz Afyonkarahisar’a bağlı Üçlerkayası Köyü’nde bizi bekleyen, 2 gün boyunca rehberliğimizi yapacak Aziz’e ulaşmaktı. Geniş ana yol ve bu yolun sebebi olan araç trafiği kendini dar köy yollarına ve ıssızlığa bıraktı. Sabahın ilk ışıklarının vurduğu, henüz yeşilliğini kaybetmemiş buğday tarlaları, sağda solda gördüğümüz küçük hayvan sürüleri ve görmeye hiç alışık olmadığımız her yanı çevreleyen haşhaş tarlaları manzaramızı oluşturmaya başladı. Türkiye’nin ve hatta Dünya’nın en çok haşhaş üretimi yapan bölgelerinden birinde yol alıyorduk ve bu haşhaş çiçekleriyle ilk karşılaşmamızdı.
Haşhaşlar beyaz ve mor çiçekleriyle yolumuza renk katarken biz de yol üzerindeki bir çeşmenin yanında durduk. Köy yollarında alışık olduğumuz, çevresinde kuşlar ve ağaçlardan başka hiçbir şey olmayan ama buz gibi suyuyla ziyaretçilerini karşılayan bu çeşmenin benzerlerini önümüzdeki 2 gün boyunca sıkça görecek, neredeyse hiç akarsu görmediğimiz bu bölgede bu kadar çok çeşme olmasına şaşıracaktık. Çeşmeden akan suyun, rüzgarla hareket eden ağaçların ve kuş seslerinin eşlik ettiği birkaç dakikalık molamızdan sonra nihai hedefimize doğru yola çıktık ve çok geçmeden Üçlerkayası Köyü’nde bizi bekleyen Aziz’in yanına ulaştık. Toplam yolculuğumuz yaklaşık 5 saat sürdü.
Aziz’in Frigya Organik adlı işletmesinde yerel ürünlerle hazırlanan köy kahvaltısını kayaların oluşturduğu muhteşem manzara eşliğinde yaparken ilk defa yüz yüze geldiğimiz rehberimizle derin bir sohbete başladık. Gezmeyi ve gezdirmeyi sevenlerin çabuk kaynaşması ve her zaman konuşacak bir şeylerinin olması keşif gezilerimizde fark ettiğim bir durum. Aziz doğduğundan beri bu bölgede yaşıyor ve yakın zamanda Frig Vadisi’nde başlayacak turistik amaçlı sıcak hava balonu uçuşlarının ilk ve tek pilotu olacak.
Kahvaltının ardından gezimize Üçlerkayası Köyü ile başladık. Üçlerkayası’na girer girmez dikkati çeken peribacası benzeri oluşumlar ve bunların üzerindeki leylek yuvaları köy içindeki yürüyüşümüze renk kattı. Milattan önce 1200’lerde Güneydoğu Avrupa’dan Anadolu’ya geldikleri tahmin edilen Friglerin burada bıraktıkları çok sayıda eser köy yaşamı ile iç içe. Kral mezarları, antik şarap deposu, törenlerde kral ve kraliçenin oturduğu tahtlar, mağaraların içine oyulmuş yaşam alanlarını ziyaret ettik. Bu kalıntıların olduğu tepenin üzerinden tüm köyü ve köyün içinde bulunduğu ovayı izledik. Göz alabildiğine uzanan tarlalar, otlayan hayvanlar, yeşilin, sarının ve kahverenginin tonları, sessizlik içinde akıp giden sakin ve doğal bir yaşam; Friglerin birkaç bin yıl önce buraya yerleşmelerindeki haklılıklarını ortaya koyarak önümüzde uzanıyordu.
Üçlerkayası’ndan sonra sıra Frig Vadisi’nin içlerine doğru yola çıkmaya geldi. Frigler vadi boyunca çeşitli noktalara küçük tapınaklar inşa etmişler. Özel günlerde bu tapınakları yürüyerek ziyaret ettikleri söyleniyor. Kapıkaya ve Aslankaya tapınaklarına giden yol boyunca sıklıkla gördüğümüz kartal yuvaları ve zaman zaman üzerimizde uçan kartalların oluşturduğu manzara, İstanbul’un dev binaları arasında görmeye alışık olduğumuz manzaradan çok farklıydı.
Açık hava tapınaklarını ziyaretimiz esnasında bu bölgenin Frig Yolu adı verilen, Gordion/Ankara’da başlayıp Kütahya’da biten 506 km yürüyüş rotasında içinde olduğunu öğrendik. Gerekli işaretlemeler oldukça düzgün ve görünür şekilde yapılmış. Ancak bu tür yürüyüş rotalarının hak ettiği ilgiyi görmesi tanıtımının iyi yapılması kadar rota üzerinde yürüyüşçüler için yeterli konaklama ve yeme-içme imkanlarının sunulmasını da gerektiriyor. Frig Yolu’nun tüm bu özelliklere tam anlamıyla sahip olması için biraz daha zamana, tanıtıma ve yatırıma ihtiyacı var sanırım.
Sırada en çok merak ettiğimiz yerlerden biri olan Işıkini peribacaları var. Aziz bizi dar yolun kenarındaki bir çeşme başında indirdi. Karşımızda çok geniş, yemyeşil bir çayırlık, üzerinde otlayan hayvanlar, onların çobanlığını yapan bir aile ve ilerdeki tepede de Işıkini Peribacaları vardı. Sıcağa rağmen heyecanımızı kaybetmeden yürüyüşe geçtik. Yolun sonunda Kapadokya’yı aratmayan bir manzara bizi bekliyordu.
Sessizliğin içinde beyaza yakın bir toprağın üzerinden yükselen peribacalarının arasındaydık. Biz hayvanların çektiği arabaların binlerce yıl içinde yolda oluşturduğu derin çizgilerin fotoğraflarını çekerken sessizliği bozan şey bugüne kadar gördüğüm en büyük yaban tavşanının çıkardığı ayak sesleriydi. Tavşanla göz göze geldik. Bir süre o bize, biz ona baktık. Sonra kayalıkların üzerinden atlaya zıplaya gözden kayboldu.
Işıkini’den sonra Friglerden kalma eserlerin en önemlilerinden olan Aslantaş, Yılantaş, Maltaş ile Göynüş Vadisi ziyaret ettiğimiz diğer noktalar oldu. Friglerin birkaç kilometre arayla bu tarz küçük tapınak ve mağara yaşam alanları inşa etmesi Vadi’ye farklı bir hava katıyor. Biraz ilerleyip arabanızdan iniyor, üzerinde aslan oymaları olan taş tapınağı inceledikten sonra sıradaki yılan oymalı tapınağa doğru yol alıyorsunuz.
Günün sonuna doğru Aziz bizi Cem Yılmaz’ın Arog filminin setine götürmeyi teklif etse de onu ileride düzenleyeceğimiz geziye bırakıp acıkmış karınlarımızı doyurmak için kahvaltıda olduğu gibi Aziz’in işletmesine doğru dönüşe geçtik. Yolda günün üçüncü sürprizi bizi selamladı. İki metreden uzun yeşil renkli bir yılan hiç istifini bozmadan sakince arabamızın önünden dar yolu geçerek haşhaş tarlalarının içine girdi. Bu noktada haşhaş çiçekleri arasında fotoğraf çekme fikrimizi tekrar düşünme kararı aldık.
Kars gezilerimizin olmazsa olmazı kaz eti’dir. Kaz eti diyince akla Kars gelir. Ama Aziz’in kendi yetiştirdiği kazları Kars’a gönderdiğini, Üçlerkayası Köyü’nde de bu işin çok revaçta olduğunu öğrenmek bizi şaşırttı. Kars’ta üretimin düşmesi ve buna karşılık talebin artması sonucu bu küçük köy o bölgenin kaz eti sağlayıcısı olmuş. Bizim akşam yemeği menümüzde muhteşem manzara eşliğinde kaz eti, salata ve vişne kompostosuydu. Yemeğimizin ardından ikinci gün için dinlenme zamanı gelmişti.
Frig Vadisi’ndeki ikinci günümüzde ilk hedefimiz bölgedeki bir başka köy olan Ayazini. Köyün merkezine doğru ilerlerken sağımızda ekilip biçilen küçük bostanlar ve küçük bir dere, solumuzda ise uzayıp giden kayalara oyulmuş yaşam alanları, Bizanslılardan kalma büyük bir mağara kilise var.
Büyükçe bir köy olan Ayazini’de eskimiş tarihi evler ile yeni yapılan, çoğu gözü rahatsız eden, bazısı tek katlı bazısı 2-3 katlı evler bir arada. Köyün meydanında alışveriş yapmak için girdiğimiz bakkalın sahibi muhtar çıkıp neden orada olduğumuzu da öğrenince genelde olduğu gibi köye turist çekme sohbeti başlıyor. Bakkala gelen köyden birkaç kişi de katılıp tabureler de ortaya çıkınca sohbetimiz uzuyor. Burada yaşayanlar genel olarak sahip oldukları tarihi mirasın farkındalar. Bu mirası tanıtmak ve bölgeye turist çekmek için bir şeyler yapmaları gerektiğini de biliyorlar. Muhtardan küçük bir festival düzenleme, stantlar açıp yerel ürünleri satma ve gerekirse gelenlere kavurma-pilav ikram etme fikri geliyor. Ama kimsede köye gelen ziyaretçilerin konaklama ve yeme-içme ihtiyaçlarını nasıl gidereceklerine, bu tarihi ve doğal güzellikleri onlara anlatacak rehberlerin nereden bulunacağına dair bir fikir yok. Zamanın her şeyi çözeceğine dair umudumuzla birlikte Muhtarla ve sohbetimize ortak olan diğerleriyle vedalaşıp köyün girişini boydan boya kaplayan tarihi yapılara doğru yola çıkıyoruz.
İlk hedefimiz Bizanslılardan kalma bir mağara kilise. Kayaya oyularak yapılan bu kilise birkaç bölümden oluşuyor ve oyma bir yapı olduğu düşünüldüğünde şaşırtıcı derecede büyük. Uzun süre kaderine terk edilmiş hemen her yapıda olduğu gibi tahrip olmuş. İçinde yakılan ateşler nedeniyle duvarları kararmış, freskleri görmek neredeyse imkansız. Duvarlara yazılan yazılar da insanın içini acıtacak cinsten. Bu bölge Birinci Dünya Savaşı sırasında Yunanlılar tarafından işgal edilmiş. Kurtuluş Savaşımız sırasında kurtarılana dek Yunanlılar bir süre buralarda kalmışlar. Bu esnada bir asker (öyle tahmin ediliyor) kocaman Yunanca bir yazıyı kilisenin duvarına kazımış ve altına orada bulunduğu tarihi yazmış. Sanırım tarihi eserlere saygı din, dil ve ırk ayırt etmiyor.
Yıpranmış olmasına rağmen özelliğini kaybetmemiş bu kiliseden çıkıyor ve mağara mezarların, yaşam alanlarının arasında yürüyüşe geçiyoruz. Bizans döneminden kalma Hıristiyanlara ait kaya mezarların hemen önünde uzanan Osmanlı döneminden kalma Müslüman mezarları ve bunların birlikte oluşturduğu görüntü sahip olduğumuz kültürel ve tarihi mirasın önemini ve gücünü bize tekrar hatırlatıyor.
Şimdi sırada Friglerin kalbi var. Yaklaşık 40 km’lik bir yolculuktan sonra Midas Anıtı’na yani Yazılıkaya’ya ulaşıyoruz. Artık Eskişehir il sınırları içerisindeyiz. 17 metre yüksekliği ile bu dev anıtın karşısında dikilmek heyecan verici. Yazılıkaya bölgesi, Friglerin ana tanrıçaları Kibele’ye tapındıkları bir inanç bölgesi. Çevresinde kayalara oyularak yapılmış çok sayıda yaşam alanı ve mezar bulunuyor. Aslında burası dini bir kompleks olarak kullanılmış. En çok dikkatimizi çeken ise su sarnıçları oldu. Kayalara oyularak ancak bu sefer yerin altına doğru yapılmış su sarnıçları gezilebiliyor. Anıtı ve çevresini gezmek ücretsiz. Aslında Frig Vadisi’nde gezilen her yer ücretsiz. Bu önemli anıtın çevresini saran küçük köyde turistlere yönelik açılmış birkaç küçük işletmede yeme-içme ihtiyaçları karşılanabiliyor.
Yazılıkaya’yı neredeyse 25 yıl önce bir okul gezisi sırasında ziyaret ettiğimi hatırlıyorum. Sonrasında bir daha yolum düşmemişti. Çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği şehrin hemen dibindeki Frig Vadisi’nden yeterince haberdar olmamam benim bir eksikliğim mi emin değilim ama üzücü bir durum olduğu kesin.
Bu bölgede insan her an yeni sürprizlerle karşılaşabiliyor. Yazılıkaya’dan birkaç kilometre ilerde tarlaların bir ucunda bölge halkının Gerdek Kayası adını verdiği mezar odalarına denk geldik. Yolumuzu biraz değiştirerek uğradığımız bu yerde güzel fotoğraflar çekme şansımız oldu.
Frig Vadisi’nin çevresinde çok sayıda konaklama imkanı bulabileceğiniz Afyon ve Kütahya gibi iki büyükşehir var. Ancak şehir merkezleri bölgeye oldukça uzak. Frig Vadisi’nde ise konaklama olanakları sınırlı.
Yazılıkaya’ya birkaç kilometre uzaklıktaki Çukurca Köyü’nde bulunan Midas Han bu yolculuğumuzdaki tercihimiz oldu. Midas Han’ın sahiplerinden ikisi Hollandalı, biri Türk ve hepsi arkeolog. Bu 9 odalı oteli gezdiğinizde ve sahiplerinden Ben Claasz Coockson ile sohbet ettiğinizde bölgedeki çoğu konaklama tesisine göre çok farklı bir bakış açısıyla yapıldığını anlıyorsunuz. Odalar ve ortak alanlar yerel el işi ürünlerle bezenmiş. Bakımlı bahçesinde rahatça vakit geçirebileceğiniz alanlar mevcut. Bahçede otururken karşıdaki buğday tarlalarının arasında yükselen Gerdek Kaya görülüyor. Rahat, temiz ve huzurlu.
İkinci günün akşam saatlerine doğru Aziz’le vedalaşma vaktimiz geldiğinde artık elimizde muhteşem bir gezi rotası var. El değmemiş doğayı, az bilinen bir tarihi, harika lezzetleri ve güzel insanları arkamızda bırakıp bilinen gezi rotalarında neredeyse hiç olmayan bir şehre, bizi yeni keşiflerin beklediğini bildiğimiz Uşak’a doğru yola çıkıyoruz.
Ahmet Eren İnan
Kasım/2020
Fotoğraflar – Ahmet Eren İnan